23 Kasım 2010 Salı

Bir Tesbih Daha...



Goz ziyafetine devam.





Ustad Mustafa Unver'in cektigi bir katalin tesbihi daha begeninize sunuyoruz.





Buyuk boyutlu bu katalin tesbih asagida gordugunuz katalin cubuklardan cekildi.


22 Kasım 2010 Pazartesi

Kehribar Oda

Oda'nin Orijinal Hali

Bugun Sen Petersburg’a uzanalim. Konumuz Kehribar Oda.



Kehribar Oda (Rus. Янтарная комната, Yantarnaya komnata) Sen Petersburg yakinlarindaki Katerina Sarayi’nda bulunuyor. 55 m2 den buyuk olan odanin duvarlari, altin varaklar ve aynalarla suslenmis kehribar panellerle kapli. Duvarlari suslemek icin 6 ton’dan fazla kehribar kullanilmis. Rus-Alman kehribar ustaliginin ortak bir simgesi olan Oda, Dunya’da sadece 137 adet bulunan “8. Harika”dan biri (!)



Oda’nin enteresan bir hikayesi var. Orijinal Kehribar Oda’nin yapimina 1701 yilinda baslaniyor ve 8 yil sonra tamamlaniyor. Oda o donem Prusya Krali I. Wilhelm’in ikametgahi olan Charlottenburg Sarayi icin yapiliyor.



Kral daha sonra Oda’yi Isvec’e karsi bir ittifak olusturmak maksadiyla 1716’da (Hani su herkesin Buyuk, bizim ise Deli Petro dedigimiz) Rus Cari Peter’e hediye etmis. Oda, 1755 yilinda Carice Elizabet tarafindan once Kislik sarayina daha sonra da Catarina Sarayi’na tasinmis.



II. Dunya Savasi’na degin sessiz sakin bir hayat suren Oda, dogal olarak Savas’tan etkileniyor. Ruslar Sen Petersburg’un (O zamanki Leningrad) Naziler tarafindan isgal edilecegini anlayinca odayi tekrar sokup gizli bir yere tasimayi planliyorlar. Ancak yillar icinde iyice kuruyan ve birbirine yapisan kehribar parcalari son derece kirilgan bir hal aldigi icin, zarar vermeden sokmek imkansiz hale geliyor. Ruslar bunun uzerine odanin tamamini basit duvar kagitlariyla kapliyorlar.



Ancak boyle sohretli bir eseri bu kadar basit bir planla korumak mumkun olmuyor. Almanlar Sen Petersburg’u isgal ettikten sonra Oda’yi, iki uzmanin esliginde 36 saatte sokuyorlar. Sokulen parcalar 27 kasanin icerisinde Konigsberg sehrine goturuluyor. Hatta Oda’nin bazi parcalari Konigsberg Kalesi’nde sergileniyor.



Savasin sonlarina dogru Hitler, Oda’nin bir kere daha tasinmasi icin emir veriyor. Iste bu noktadan sonra Oda’nin akibeti tam bir muammaya donusuyor. Oda’nin bir gemiye yuklendigi, bu geminin de Sovyet denizaltilari tarafindan batirildigi, Ore Daglarindaki bir madende yakildigi, Konigsberg Kalesi’nin altindaki gizli dehlizlere saklandigi, Sovyet Kuvvetleri tarafindan bombalanan Konigsberg kalesiyle birlikte yok oldugu seklinde, hicbiri de kanitlanamayan bircok farkli iddia ortaya atiliyor.



Gunumuze degin bircok farkli grup ve kisi tarafindan yapilan aramalar bir basariya ulasamiyor.

Yeniden yapilirken

1979 yilinda Kehribar Oda’nin tekrar yapilmasina karar veriliyor. Yapim asamasinda orijinal odanin siyah-beyaz fotolarindan faydalaniliyor. Ruhrgas adli bir Alman firmasi 3,5 milyon dolarlik bir bagis yaparak finasman sorununu cozuyor. 2003 senesinde Rus kehribar ustalarinin yeniden yarattigi bir saheser olarak, Sen Petersburg’un kurulusunun 300. yilinda yeniden aciliyor.

Not: Wikipedia'ya tesekkurler

12 Kasım 2010 Cuma

Küçük Dev Adam

Adamimiz Anri

Teyzemin kitapliginda kucucuk bir album vardi. Bes-alti yaslarinda, o albumu karistirmayi cok severdim. Cok sonralari, albumun sahibinin Henri de Toulouse-Lautrec oldugunu, kendisinin de (Fizik itibariyle) o album gibi kucuk oldugunu ogredim.

Iste o album. Foto: Bendeniz

Anri, bir akraba evliliginin meyvesi olarak 1864’de Pireneler’in Albi Kasabasinda doguyor. Soylu bir ailenin ilk cocugu. Mutsuz bir cocukluk yasiyor. Anne ve babasi bosandigi icin (Dogal olarak) Fransiz murebbiyeler tarafindan buyutuluyor.

Fernando Sirki

8 yasinda annesinin yasadigi Paris’e geliyor. Burada cesitli cizimler yapmaya basliyor. Ailesi hemen yavrucaktaki cevheri kesfediyor. Ilk dersleri babasinin bir arkadasi olan Rene Princeteau’dan aliyor. O yillarda ozellikle at ve sirklerle ilgili cizimler yapiyor.

Lautrec Moulin Rouge'da

Anri 11 yasina geldiginde bir gelisim bozuklugu oldugu anlasiliyor.13'unde sag, 14'unde ise sol kalca kemigini kiriyor. Nedeni ise, daha once belirttigim gibi bir akraba evliliginin urunu olmasi. Annesi ve babasi teyze cocuklari. Kiriklari hicbir zaman tam olarak duzelmiyor. Vucudunun ust kismi normal bir insaninki gibi ancak bacaklari hicbir zaman tam olarak gelismiyor. Adamimizin boyu da 1.52 cm.de kaliyor. Bununla birlikte cinsel organlarinda hypertrophied (Asiri irilesme) bulunuyor. Yani oldukca celiskili bir tablo !



Doganin kendisine oynadigi oyun sonucu yasitlarinin yaptigi bircok seyi yapamayan Anri, kendisini cizime veriyor. Verdigi eserler neticesinde basarili bir Post-Empresyonist ressam, art nouveau cizer ve tasbaskici haline geliyor. Oyle ki, Cézanne, Van Gogh ve Gauguin ile birlikte Post-Empresyonist donemin en basarili ressami olarak addediliyor.

Anri'nin gozunden Vincent van Gogh

Anri, Paris’in bohem yasam tarziyla sohretli Montmartre semtine yerlesiyor. Burada 20yil boyunca Bonnat’nin atolyesinde calisiyor. Bonnat’nin buradan tasinmasiyla Fernand Cormon’in atolyesine tasiniyor. Burada calistigi bes yil boyunca, hayatinin sonrasini birlikte gecirecegi (Emile Bernard, van Gogh gibi) arkadaslariyla tanisma firsatini yakaliyor.

Iki kiz arkadas.

Fernand Cormon, atolyesindeki ogrencilerini oldukca serbest yetistiriyor. Onlara Paris’i gezip cizecekleri seyler bulmalarini telkin ediyor. Adamimiz Anri, bu sayede Montmartre’in fahiseleriyle tanisma, birlikte olma ve onlari resimleme serefine nail oluyor.

Muayene !

1889’dan 1894’e dek Anri, Bagimsiz Sanatcilar grubunun bir parcasi. Bu donemde Moulin Rouge kabaresi kapilarini aciyor ve Anri Kabare’nin afislerini hazirliyor.



Kabare kendisine daimi bir yer ayarliyor ve calismalarini sergilemeye basliyor. Bu donemde, en bilinen bazi eserlerini veriyor.



Adamimiz bir ara Londra’ya da uzaniyor.Orada Oscar Wilde ile tanisiyor ve arkadas oluyorlar. Onun da bir portresini yapmayi ihmal etmiyor.

Anri'nin gozunden Oscar Wilde

Anri’nin fiziksel durumu alkolizminin de nedeni oluyor. Bir alkolik olarak Anri, hayatinin son donemini senatoryumlarda geciriyor. 1901’de sadece 37 yasindayken, alkol ve frengi nedeniyle hayatini kaybediyor. Geriye birbirinden guzel tablolari ve posterleri kaliyor.

Vals yapan kadinlar

Henri de Toulouse-Lautrec'in, henüz ölmeden Louvre müzesinde yer almaya hak kazanan ilk ve tek sanatçı olduğu soylenir.

Imzasi

10 Kasım 2010 Çarşamba

72 YIL OLMUS !



Sana ozlemimiz her gecen gun artiyor. Ruhun sad, mekanin cennet olsun...

Harikulade tesbihler serisi, No: 1.287 ...



Mustafa Ünver Ustadin tesbihlerini sergilemeye devam ediyoruz.







Seyri ve cekimi harikulade olan tesbih, alttaki kaplumbaga kabugu desenli katalin cubuklardan cekildi.



Ustadimizin ellerine saglik.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Turkiye'nin Paris'i

Bizde gelenektir, bir yerlesim yerini ovmek istersek Paris’le es tutariz. Ornegin Dogu’nun Paris’i Erzurum, Guneydogu’nunki ise Gaziantep’tir. Bu sehirler, eger benim gibi askerliginizi Ardahan’da yaptiysaniz, Ardahan’dan sonra gozunuze gercekten Paris gibi gorunebilir. Bunun otesindeki yorumlari hem Erzurum’u (Veya Gaziantep’i) hem de Paris’i gormus olanlariniza birakiyorum.
Sehircilik konusunda milletce buyuk bir becerisizlik icinde oldugumuz, sehirlerimizin gittikce yasanmaz yerler haline geldigi su goturmez bir gercek. Bununla birlikte sadece bir insanin vizyonunun genisligi, bir sehrin kaderini degistirebiliyor. Iste bunun kaniti,huzurlarinizda Turkiye’nin gercek Paris’i (!) Atça…

Havadan Atça (Foto:Mehmet Ucaroglu)

Atça Izmir’den Antalya yonune gidenlerin (Veya donenlerin) yanindan gectikleri, mevsiminde gecerseniz mis kokulu cileklerinden alabileceginiz, Aydin’in Sultanhisar ilcesine bagli, bir sirin ege kasabasi.
Yol kenarindaki siradan bir kasaba gibi gorunmesine ragmen, sehrin girisindeki “Paris is the capital of France, Atca is Paris of Turkey” falan gibi absurt birseylerin yazdigi devasa tabelanin neden kondugunu biraz arastirinca, aslinda oldukca siradisi bir yerlesimle karsi karsiya oldugumuzu anliyoruz.

Vikipedi Atça’yi soyle anlatiyor:
Atça 28 Mayıs 1919'da uğradığı Yunan işgali'nden 5 Eylül 1922'de kurtulduğunda virane bir görünümde iken, Cumhuriyet'in ilanıyla tekrar büyümeye başlamıştır. Uzun zaman Avrupa'da kalan ve Fransa'da şehir planlamacılığı konusunda eğitim alan Abdi Bey, belediyede fen memuru olarak çalışan Hafız Bey'in yardımlarıyla, hayran olduğu Paris'in Şanzelize (Champs-Élysées) gibi ünlü caddelerinin birleştiği Etoile (Place de l'Étoile) Meydanı'nı örnek alarak Atça'yı yeniden imar etmeye çalıştı.

Planli sehrin ilk yillari.

Zafer Takı'nın (Arc de Triomphe) bulunduğu yere Atça Parkı'nı yerleştirdi. Etoile Meydanı'na bağlanan 12 caddeye karşılık Atça'ya da 45° açı ile 8 simetrik ana cadde ve bunları dik kesen yüzlerce düzenli sokaklar yerleştirdi. Sekiz ana cadde (bunlar: Karakol Caddesi, Kurtuluş Caddesi, Abdi Bey Caddesi, Nazilli Caddesi, Kavaklar Caddesi, Jurnalı Caddesi, Batı Caddesi ve Atatürk Caddesi) kent merkezindeki Atça Parkı'nda birleştiği; çok katlı yapılaşmaya izin verilmeyen belde, daha çok bahçe içindeki müstakil evlerle donatıldı. Türkiye'de bu şekilde tasarlanmış ilk ve tek yerleşim birimidir.

Paris is Atça of France ...

Atça Parkı, Atça'nın merkezidir. Çapı 95 metre olan bir daire olup, 7.084 m²'lik alanı kaplar. Sekiz ana caddenin birleştiği bu nokta, Atçalıların dinlenme ve eğlenme yerlerinden biridir. İlk önceleri çocuk bahçesi, hayvanat bahçesi gibi bölümlerden oluşan parkta, bugün aile çay bahçesi, kafetarya ve çocuk parkı bulunmaktadır.

Google Earth'de Atça

Caddelerin uzunluğu 500 metredir. Brüt alanı 58.000 m²'dir. Atatürk Caddesi ve Karakol Caddesi parke ile kaplı, diğer bütün caddeler beton ve asfalt kaplamadır.

Iste boyle. Bundan sonra yok Dogu’nun Paris’i, yok Guneydogu’nun Londrasi falan gibi seyler duydugunuzda yuzunuze müstehzi bir gulus kondurup Atca’yi hatirlayin ve vizyonuyla Turkiye'nin ilk (Ve de maalesef tek) planli yerlesimini yaratan Abdi Bey'e bir Fatiha yollayin.
Haa bir de, dunyanin en guzel topraklarinda bulunmamiza ragmen koy irisi sehirler yaratip bunlarin icinde sıkış tepiş yasamamiza sebep olan tum sayin yetkilileri hayirlarla yadedin …


Atça’dan bahsetmisken Atçalı Kel Mehmet Efe’den bahsetmemek olmaz.
Turkiye’nin Paris’i Atça olduguna gore, Turkiye’nin Robin Hood’unun da buradan cikmasina sasmamak lazim.

Atça'daki aniti, Kopegi Karabas ile. (Heykeltrasimiz sol elini biraz oransız mı yapmıs ne ?)

Yine Vikipedi’ye bakalim:
Atçalı Kel Mehmet Efe, (d. 1780 - ö. 1830) (kısaca Atçalı Kel Memet de denmektedir) Atça’da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve genç yaşında dağa çıkarak zeybek olmuş, daha sonra da 1829-1830 Aydın İhtilali olarak anılan harekete önderlik etmiştir. 1829'da Kuyucak'ta başlayan Kel Memet'in önderliğindeki Aydın ayaklanması bir halk ihtilali özelliklerini taşır görünmektedir. Kel Mehmet Efe, Osmanlı İmparatorluğu'nun girdiği savaşların vergi yükünden bunalan halka, vergiyi kaldırdığını ilan etmiştir. Bununla da yetinmeyerek, “Vali-i vilayet, hademe-i devlet, Atçalı Kel Memet” şeklinde imzaladığı fermanlarda hükümetten serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştirilmesini, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiştir.

Atça'daki anitinda bulunan temsili muhru.

Aydınlılar’ın yanı sıra, Kütahya, Manisa, Burdur ve Denizli 'nin bazı kazaları, onun ileri sürdüğü fikirleri sevinçle karşılamış, ona kapılarını açmış ve kendilerine efendi yapmışlardır. İlk ayaklanmasında Aydın mütesellimi ve yanındaki adamlarıyla girdiği çatışmalar hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmamıştır. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girmiştir. İdaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı gösterdi. Seyahat hürriyetine engel olmamıştır. Zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalışmıştır. Osmanli tarafindan yollanan kuvvetleri oldukca ugrastirdiktan sonra oldurulmus, kendisinin ve kızanlarının basi kesilip Istanbul’a yollanmis, bu kesik baslar (Aleme ibret olsun diye) halka teshir edilmistir.
Mekani cennet olsun.



Atçalı Kel Mehmet Efe bircok sanat eserine de konu olmustur. Ornegin 1964’de cekilen bir filmde basrolu Buyuk Fikret Hakan oynamistir. Atçalı Kel Mehmet'in hayatı Orhan Asena tarafından tiyatroya aktarılmış, Orhan Asena bu tiyatro eseriyle 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülü almıştır. Ayrica hakkinda yazilmis bircok kitap bulunmaktadir.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bazıları Sıcak Sever !

Kızlarımız iş başında...

Gelmis gecmis en mukemmel komedilerden biri !

Joe (Curtis) ve Jerry (Lemmon), iş aramakta olan zor durumdaki iki müzisyendir. ABD'de sıkı bir alkol yasağının uygulandığı bu günlerde, Saint Valentine's Günü Katliamı (1929) olarak bilinen ve yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan çeteler arası bir çatışmaya tanık olurlar. Katliamı yapan ve geride tanık bırakmak istemeyen 'Spats' Columbo ve adamları onları öldürmek üzereyken polislerin gelmesinden faydalanıp kaçarlar. Kılık değiştirerek kasabayı terk etmeye karar veren ikili, kadın kılığına girip tamamen kızlardan oluşan bir orkestraya katılmayı başarır. Bir tren dolusu genç kızla Florida'ya doğru yataklı trenle yola çıktıklarında artık isimleri Josephine ve Daphne'dir. Trende tanıştıkları ve orkestrada şarkı söyleyip ukulele çalan Polonya asıllı "Sugar Kane"'e (Monreo) ilk görüşte âşık olurlar. Sugar Kane ise Florida'da zengin bir milyoner bulup onunla evlenmeyi hayal etmektedir.

Orijinal adi Some Like It Hot olan Film, 1959 yılında Billy Wilder tarafından çekilmis. Başrollerinde guzeller guzeli Marilyn Monroe, yakisikli Tony Curtis ve dunya tatlisi Jack Lemmon oynuyor.

Aslında bu filmin renkli olarak çekilmesi planlanmış; ancak deneme çekimlerinden sonra Tony Curtis ve Jack Lemmon'ı kadın kılığına sokmak için yapılan ağır makyajın yol açtığı görüntü sorunları nedeniyle filmin siyah-beyaz olmasına karar verilmiş.

Bazıları Sıcak Sever, 2000 yılında Amerikan Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların en iyi Amerikan komedi filmi seçilmiş.

Filmin yerli versiyonu da cevrilmisti. "Some like it hot", "Fistik gibi Maasallah" oluverdi. Basrollerde de Türkan Şoray, İzzet Günay ve (Tabii ki) cennet mekan Sadri Alisik oynadilar.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Heykel mi ?!



Ron Mueck’den, 2003’de Londra’daki Ulusal Galeri’de actigi sergisi sayesinde haberim oldu. Heykellerinin gercekligine inanamamis, tum diger ziyaretciler gibi ben de onlara dokunmak icin can atmistim. Diger ziyaretcilerden farkli olarak ben Turk oldugum icin bu istegimi gerceklestirmis, salonda bulunan gorevlilerden de hakettigim fircayi yemistim.



Ronald “Ron” Mueck 1958 yilinda Avustralya’da dogmus. “Hipergercekci Heykeltras” olarak nitelendiriliyor ! Her biri digerinden olcek olarak farkli olan heykellerinin ortak yonu son derece gercekci olmalari.



Kariyerinin ilk yillarinda Avustralya TRT’sine (!) cocuk programlari yapmis. Bu programlarda kendi imalati olan kuklalari oynatmis ve seslendirmelerini yapmis.



Daha sonra Londra’ya tasinarak kendi sirketini kuran Mueck, reklam sektoru icin animasyonlar yapmaya baslamis.



Gercekci heykeller yapma konusundaki tutkusu ile kucuk heykelcikler uretmeye baslamis. Uvey annesi araciligiyla tanistigi Charles Saatchi (Saatchi & Saatchi’nin ortagi olan Saatci), eserlerine hayran kalmis ve hemen onlardan biriktirmeye baslamis.



Ilk heykeli olan “Babamin Cesedi” buyuk sansasyon yaratmis.Babasinin ucte ikisi olcegindeki bu heykel silikon ve ozel bir camurdan yapilmis.



Heykelde kullanilan killar da Ron Mueck’in bizzat kendi killariymis.



Sonrasi Mueck ici bir basari hikayesi. Dunyanin dort bir yaninda acilan sergiler. Yuksek fiyatla satilan heykeller.



Boyle yaratici beyinlere dunyanin cok ihtiyaci var !